İngilizce hâlâ dünyaya hükmediyor ancak bu her zaman iyi bir şey değil. Bu dilin gücünü dizginlemenin zamanı geldi mi?

Michele Gazzola
kaynak: https://www.theguardian.com/commentisfree/2023/dec/27/english-world-power-language-linguistic-justice

İngilizce bilmek akıcı konuşanlar için net faydaları vardır, ama diğerleri için büyük maliyetleri vardır. İşte dilsel adaleti güçlendirmenin bazı yolları:

Noel tatilini Avrupa ana karasında geçiren herkes, mağazalarda ve otellerde İngilizce konuşabilen ve bu dilde tabela ve menüleri okuyabilen personelle tanışmanın oldukça yaygın olduğunu gözlemlemiştir. Bu gerçek hiç de sürpriz olmamalı ve tesadüf de değildir: Avrupa’da İngilizce becerilerinin yayılması, büyük ölçüde, geçtiğimiz on yıllar boyunca bu dilin devlet okullarında öğretilmesini yoğun bir şekilde teşvik eden eğitim politikalarının sonucudur.

Bunun nedenleri çok çeşitlidir ve iyi bilinmektedir. İngilizce önemli bir kültür dilidir ve Çince ve İspanyolca’dan sonra dünyada ana dil olarak en çok konuşulan üçüncü dildir. Anadili İngilizce olanların sayısı yaklaşık 373 milyondur (dünya nüfusunun kabaca %5’i), çoğunlukla altı gelişmiş sanayileşmiş demokratik ülkelerde yoğunlaşmıştır (Avustralya, Kanada, İrlanda, Yeni Zelanda, Birleşik Krallık ve ABD) ve bunlar hep birlikte nominal olarak dünya gayri safi hasılasının %33’ünü üretmektedirler. Sömürge mirasının bir sonucu olarak İngilizce, başta Afrika olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde resmi veya ortak/ikinci resmi dildir.

Bu nedenle İngilizcenin iletişim değeri yüksektir ve onu öğrenmeye olan ilgi de öyledir. Birçok kişi İngilizceyi ikinci veya yabancı dil olarak kullanıyor. Kesin tahminde bulunmak zor ama her şey bir arada ele alındığında, “konuşmacı” tanımına bağlı olarak dünya genelinde İngilizcenin anadili olan ve anadili olmasa da bu dili konuşanların sayısı 1 milyar ile 1,5 milyar arasında değişiyor. Bu, dünya nüfusunun %12-19’una karşılık geliyor. Ancak dil yeterlilik seviyeleri konusunda oldukça dengesizlikler mevcuttur.

İngilizcenin (münhasır olmasa da) baskın uluslararası dil olarak ortaya çıkışı, pek çok kişi tarafından birçok pratik avantajı olan ve hiçbir dezavantajı olmayan olumlu bir olgu olarak görülmektedir. Ancak bu durum yavaş yavaş anlaşılmaya ve üzerinde çalışılmaya başlanan sorunları da gündeme getirmektedir.

En önemli zorluk eşitlikçilik veya “dilsel adalet”tir. Ortak dil bir nevi telefon ağına benzer ne kadar çok insan bilir kullanırsa, iletişim kurmakta da o kadar çok işe yarar olur. Ancak eşitsizliğin, adaletsizliğin ortaya çıktıpı nokta bireylerin bu ağa erişimde çok farklı maliyetlerle karşı karşıya kalmasında ve onu kullanırken eşit olmayan bir zeminde bulunmalarından dolayı oluyor. İngilizce’yi ikinci dil olarak öğrenenler bu dili öğrenme maliyetlerine katlanırken, anadili İngilizce olan kişiler bu tür maliyetlere katlanmadan tüm ağ üyeleriyle bedava iletişim kurabilir. Bu, sınırsız veri içeren en yeni akıllı telefon modelini ve üzerine limitsiz bir SIM kartını ücretsiz almak gibidir.

Cenevre Üniversitesi’nden François Grin, Batı Avrupa ülkelerinin eğitim bütçelerinin %5 ila %15’ini yabancı dil öğrenimine harcadığını tahmin ediyor. AB’de bu kaynakların çoğu tek bir dilin, İngilizce’nin, öğretilmesine harcanıyor. İrlanda’nın bariz istisnası dışında, yabancı dil olarak İngilizce, tüm AB üye ülkelerindeki okullarda genellikle zorunlu ders olarak öğretilmektedir. Avrupa Komisyonu tarafından yayınlanan rakamlara göre, ilkokullardaki öğrencilerin yaklaşık %84’ü, ortaokuldaki %98’i ve lisedeki öğrencilerin %88’i bu dili öğrenmektedirler. Ortaöğretimde diğer dillerin (tipik olarak Fransızca, Almanca veya İspanyolca) öğrenilme yüzdesi çok daha düşüktür; ortalama %20 ila %30.

Bunun aksine, İngilizce konuşulan ülkelerde yabancı dil öğretimi uzun süredir düşüşte çünkü genç nesiller başkalarının dillerini öğrenmeye daha az ihtiyaç duyuyor ve bunun yerine daha başka yararlı konulara yönelmektedirler. Bu eğilim, İngilizce konuşulan ülkelerin eğitim sistemleri için, daha sonra diğer üretken kamu yatırımlarına tahsis edilebilecek önemli miktarda zaman, kaynak ve para tasarrufu anlamına gelmektedir.

İkinci tür eşitsizlik ortak bir dilin kullanılmasıyla ilgilidir. Çoğu profesyonel bağlamda, kişiler ana dillerini kullanırken daha etkili ve ikna edici olurlar. Bu eşitsizliği ölçmek zor olsa da imkansız değildir. Bilimsel araştırmalarda, uluslararası dergilerde yayın yapmak ve araştırma fonu elde edebilmek için genellikle İngilizce gereklidir.

Queensland Üniversitesi’nden Tatsuya Amano liderliğindeki bir ekip yakın zamanda çevre bilimleri alanında 900 araştırmacının katıldığı bir araştırmanın sonuçlarını yayınladı; bu araştırma, ana dili İngilizce olmayan araştırmacıların, ana dili İngilizce olanlara kıyasla İngilizce yayınları okumak, yazmak veya incelemek için ihtiyaç duyduğu sürenin iki katından fazlasına ihtiyaç duyduklarını ortaya koydu. Makalelerini yayınlanmak üzere gönderirken anadili olmayanların çalışmalarının dilsel nedenlerden dolayı reddedilme olasılığı diğerlerine oranla yaklaşık 2,5 kat; dille ilgili düzeltmeler yapmak zorunda kalma olasılıkları ise 12,5 kat daha fazladır. Dolayısıyla, eşit veya daha fazla teknik yeterliliğe sahip olsalar bile daha az kariyer fırsatına sahip olmaktadırlar.

Özellikle küresel sorunlar söz konusu olduğunda, bir sorunu tanımlamak ona çözüm bulmaktan kesinlikle daha kolaydır. Ancak bazı telafi edici önlemler küresel dil adaletsizliğinin azaltılmasına yardımcı olabilir. Louvain Üniversitesi’nden Philippe Van Parijs, biraz kışkırtıcı bir şekilde, diğer ülkelerde İngilizce öğretiminin maliyetlerini telafi etmek için İngilizce konuşulan ülkelere bir dil vergisinin getirilmesini önerdi. Bunun için, nüfusunun çoğunluğu İngilizce’yi ana dil olarak konuştuğu ülkeler için küresel bir vergi fonu oluşturulmasını ve bu gelirin, İngilizce’nin okullarda yabancı dil olarak öğretildiği ülkelere dağıtılmasını önermektedir.

Ancak dolaylı tazminatın başka biçimleri de düşünülebilir; örneğin patentler gibi sınai mülkiyet haklarının kısmen zayıflatılması. Patentlerin yasal koruma süresi azami 20 yıldır. İngilizce konuşulan bir ülkedeki işletmelerin, İngilizce konuşulmayan bir ülkede patent tescili yaptırması durumunda bu süre birkaç yıl kısaltılabilir. Bu, bu patentlerin, diğer ülkelerdeki mucitlere ait patentlerden daha kısa sürede bir şekilde lisans olmadan ticari olarak kullanılabileceği anlamına gelecektir. Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü bu yönde bir kurallar reformunu teşvik edebilir.

Diğer öneriler arasında, maliyetlerin yayıncı tarafından karşılanmak üzere, bilimsel yayınlarda makine çevirisi ve yapay zekanın daha yoğun kullanılması da yer alıyor. Bundan başka akademik dünyada toplumsal cinsiyet eşitliğini destekleyen politikalar örnek alınarak, uluslararası projelere finansman başvurularında İngilizcenin ana dili olmayan çok dilli araştırmacıları ödüllendiren kriterler tasarlanabilir.

Dilsel adalet sorunu elbette İngilizceyle sınırlı değil. Küresel iletişimin baskın dili İspanyolca veya Fransızca gibi başka bir dil olsaydı (burada Esperanto gibi tarafsız bir dilden bahsetmiyoruz) aynı sorun ortaya çıkacaktı. Ancak şu anda İngilizce baskın uluslararası dildir. Birçokları için bu bir lütuftur ama bunun endişe kaynağı olduğu kişileri de düşünmemiz gerekmez mi?

Michele Gazzola, Belfast’taki Ulster Üniversitesi’nde kamu politikası ve yönetimi alanında öğretim görevlisidir ve Dil Sorunları ve Dil Planlama dergisinin editörüdür.

VESPERO DE LONGDAŬRA TAGO

— komenca parto de la romano de Bilge Karasu

LA INSULO

Kiam li turnas sian kapon, la malheleco antaŭen kreskas. Androniko post iom da tempo komprenas, pro kio la malheleco kreskas. Li nun estas tre proksime al la insulo. La ĉielo malantaŭ la malheleco de la monteto kun la malhela maso apenaŭ lumigas. Liaj lacaj brakoj ankoraŭ daŭras movi la remilojn supren kaj malsupren, senpense kaj senvole, helpe de la facileco de liaj malmoliĝantaj sentoj. Liaj oreloj ne plu aŭdas. La remiloj eniras kaj eliras la marakvon, La akvoj disiĝas flanke kaj denove kuniĝas post la boato en la trankvileco de la krepusko.

Nun, kiam li turnas sian kapon, li vidas, ke la insulo rapide pligrandiĝas antaŭ si. Sed ŝajnas, ke pere de la kreskanta lumo la insulo ankaŭ malgrandiĝas. La lumo nun preskaŭ lekas la surfacon de la maro. Venteto, kiu alportas la susuradon de la pinarboj kune kun iliajn odorojn tremetigas Andronikon. Estas longa tempo ekde tiam, kiam li flaris tian odoron. Ĝi estas tute nova odoro, nek tiu de incenso, nek tiu de fiŝo, algo kaj salo, kiujn alportas la nokta maro. Sed Androniko ne havas tempon pensi pri tiaj novaj aferoj. Sed tamen… li fakte volas okupi sin kun tiaj novaj aferoj. Sed li ne havas tempon. Verŝajne li ne devas havi tempon, sed kial? Lia buŝo iomete distordiĝas. Iam, en la monaĥejo, en la ĉefurbo, en Bizanco, inter la homoj, tiu ĉi distordiĝo de buŝo povus esti komprenata kiel rideto… Tiam, kiam li vivis inter homoj, ĝis hieraŭ… Ĝis hieraŭ, kiam li pensis, ke li vivis inter homoj aŭ li almenaŭ tiel li konvinkis sin kaj komprenis, ke li fakte mensogis al si mem, ĝis hieraŭ… Fakte ne ĝis hieraŭ sed ĝis antaŭhieraŭ ĉar nun vesperiĝas, kaj la hieraŭa tago malantaŭiĝis unu tagon reen.

Ekde nun li havos multe da malplena tempo. Multe da tempo. Kaj por morti, kaj por fari ion, estos multe da tempo… multe… tre multe da tempo. Tiom multe, ke ne estos signifo kaj kompreniĝo pri tiom da multa tempo. Kion li faru kun tiom da tempo. Li devas fari ion, establi ion… sed por establi… por establi ion, li devas trovi la forton por tio…

Androniko ridas. Li ankoraŭ kaptigas sin al tiaj sensencaĵoj, al sensencaj ĉenoj de pensoj… Al tiaj ruzaj kaj malfekundaj pensrondoj, kiuj ne helpas, sed nur mensogas al li…

Sed tiuj pensrondoj eĉ ne meritas esti nomataj ruzaj kaj malfekundaj. Li ekde la komenco akceptis, ke ili estis malfekundaj. Per trouzo de la vorto “amo” ĝis lia kapo turniĝos, por ludi kun tiu vorto ĝis li konvinkos la homojn, ĝis li vomigos ilin, por rakonti al ili, ke amo apogas la tutan kosmon persisti, kaj por unue konvinki sin pri tio. Li ne devas forgesi, ke tiun malfekundecon li akceptis ekde la komenco.

Por ke liaj manplatoj ne sangu li denove forlasas la remilojn. Li ne kalkulis kiom da fojoj li forlasis la remilojn ekde li ekveturis hieraŭ, kaj eĉ se li kalkulis la fojojn al tio, kio helpus al li, krom, ke li ne forgesu fari kalkuladon. Li enigas siajn manojn en la marakvon por malvarmigi kaj refreŝigi ilin. Ŝajne tiuj manoj ne estas liaj, sed ili estas de ies alia, kaj ilia doloro turmentas lin. Li sentas, ke ili jam rostiĝis kaj li ŝajne aŭdas la sonon de rostado tiel, kiel la sono de akvo spruĉiĝanta en paton kun arda oleo.

Tio ankaŭ finiĝos. Ekde nun li ne plu remos. Eble li alportos ŝtonojn dum kelkaj horojn tage. Sed li eĉ ne tion scias.

Sed, por ke establi ion la homo devas havi kredon. Antaŭ ĉio oni devas havi kredon…

Li kaptiĝas, sed kio pri tio? Kaptiĝi aŭ ne, tio ne plu havas valoron. Eĉ se li enirus la subpremon de la lastaj du tagoj, eĉ se li enprofundiĝus en ĉi tiun marĉon, nenio haltigus tiajn pensojn… Eĉ se ili estas malfekundaj.

Andronikos, post sia vivo de tridek jaroj, estas en la sama aĝo de tiu palestina kamparano, kiu mortis sur la kruco senscie, ke li ŝanĝis la mondon.

Sed li ne rememorigas sin pri li nun. Ŝajne multaj aferoj okazis pro li. Sed estas vane trompi sin plue. La problemoj okazis pro la disputoj inter homoj, kiuj ŝajne dediĉis sin al ties vojo, kaj kredis, ke ili estis lojalaj al li.

Ŝajne kulpigi aliulojn… Al kio helpos kulpiigi aliulojn?  Kaj eĉ nun, en ĉi tiu tago…

Li denove reiras al la malfekundeco de siaj pensoj.

La suno kaj kune kun la suno la venteto nun komencas leki la surfacon de la maro. La fundo de la akvoj ekvidiĝas. Profundaj, travideblaj kiel galso, kiel freŝaj fruktoj, verdaj kiel glacio. Andronikos estas laca. Li eĉ ne rigardas reen. Li ne povos vidi la pligrandiĝon de la alproksimiĝanta insulo, kaj ke ĝia alteco retiriĝas pro la fortiĝanta taglumo. Li sicas, ke ĝi tiel estas sed li ne volas rigardi al sia malantaŭo. Li komencas tremeti kaj senti la malvarmon kun la varmiĝanta vetero. Dum la malvarmeco de la nokto retiriĝas li komencas senti sin malvarme. Tio estas bone. Tiaj aferoj, tiom etaj realaĵoj, okupas la pensojn de la homo. Andorniko ne povas ankoraŭ dormi, li ne devas dormi.

Subite la akvoj malheliĝas. La verda koloro, malheliĝas pro la tero kaj ĝiaj flavaĵoj. Bremsu la remilojn. Sed Androniko ne estas maristo. Oni povas diri, ke li lernis remi ĵus tiu ĉi nokte. Sed kiam la akvoj malheliĝas bremsi la remilojn estas la plej saĝa afero. Tiu estas sciata ekde longa tempo kaj ia afero, kiu nenion alian pensigas al la homo. 

Floro kun floro, arbo kun arbo, algoj, flavaĵoj kaj tero alproksimiĝas la surfacon de la akvo. Ankaŭ la rokoj. Li nun devas rigardi al sia malantaŭo ĉar li devas elekti lokon por albordigi la boaton.

Li komencas turni la boaton. Malrapide. Li devas fari tion antaŭ ol la boato surrokiĝos. Li ne scias kiel estas la orienta bordo de la insulo, sed tiu flanko, la okcidenta flanko estas plena je rokoj. Tamen tio, kio gravas estas, ke li jam atingis la insulon. Ĉu plena je rokoj aŭ ne. La akvoj komencas malrapide ondiĝi. Li devas albordigi la boaton antaŭ ol ĝi frakasiĝos sur iu ajn roko. Li ekstaras. La boato balanciĝas. Ŝajne estas pado al la sabloŝtona marbordo inter la rokoj sub la akvo kaj tiuj rokoj, kiuj montras sin sur la surfaco de la maro. Li provos remi sur tiu pado.

La akvoj denove lumiĝas. Grandaj sabloŝtonoj rapide alproksimiĝas al la surfaco. Mallaŭta susurado aŭdiĝas sub la boato. Kaj poste alia laŭdega susurado. Ŝajne kiel grinco. Androniko ne plu scias kion fari aŭ kion li devas fari.

Ĉu li devas remi aŭ eniri en la akvon. Ŝajne eniri en la akvon estos pli facila. La boato devas resti solida. Li leviĝas la baskojn de sia monaĥa surtuto kaj metas unu piedon en la akvon. La akvo estas malvarma. Li ridas, forlasas la baskojn de sia surtuto en la akvon. Sen renversi la boaton li atenteme pasas la alian piedon super la rando de la boato kaj lasas sin en la akvon. La akvo ĉi tie estas iom pli profunda ol tiel ĝi ŝajnis esti. La sabloŝtonoj estas glitigaj. Surpaŝante atenteme sur la neakraj ŝtonoj li provas pluiri al la bordo trenante antaŭ si la boaton. Nun la akvoj estas pli varmaj. Liaj kruroj alkutimiĝas al la temperaturo de la akvo. La baskoj de sia surtuto unue algluiĝas al lia ventro kaj poste al liaj genuoj. Nun ili algluiĝas al liaj kruroj.

Li malrapide elpaŝas el la akvo. La sono de la susurado sub la boato ŝanĝiĝas. La piedoj de Androniko nun estas sur la sekaj sabloŝtonoj, kiuj doloras ilin. La sabloŝtonoj estas grandaj, kaj rondaj sed ne estas facile piedpaŝi sur ili… Androniko tiras la boaton. Iomete pli, iom pli… Povas veni ondo, do ankoraŭ iom pli… La ondo povas frakasigi la boaton sur la rokoj, do ankoraŭ pli… Plej bone estus tiri la boaton tute sur la bordon. Li tiras, li puŝas kaj finfine li sukcesas. Li esperas, ke nenio malbona okazos al la boato. Li prenas la manĝsakon el la boato, liajn ŝuojn, la ŝnuron, la tranĉilon, la martelon, kiun li acetis el la stratmerkato antaŭ du tagoj, la ĉizilon, la hakilon. Li plue prenas sian fromaĝsakon, kaj la sakon kun faruno, kaj la mielon.

Ilin arigas sur la sabloŝtonoj. Li rigardas ilin kaj denove li ridas. Ĉu li trovos trinkakvon? Li devas trovi akvon. Li kolektas la remilojn. Nenio plu okazos al la boato ĉi tie. Eĉ se pluvos, la rokoj, sub kiujn li trenis la boaton, fariĝos ŝirmilo por ĝi, kaj la pluvo de supren fluos el la flankoj de la rokoj kaj ne en la boaton. La sabloŝtonoj kaj la rokoj ne permesos la marakvon kaj la ondojn malhelpi la boaton. Se piratoj venos Andoriniko havas nenion fari pri tiuj. La boato devas resti ĉi tie. Kaj tiu rakonto devas finiĝi ĉi tie.

Li plenigas ĉion, kion li antaŭe arigis surteren sur la sabloŝtonojn, en granda sakon el tolo. Li surmetas siajn ŝuojn kaj ligas iliajn ŝnuron ĉirkaŭ siajn krurojn. La manĝprovizo restu ĉi tie. Li alportos ĝin supren pli poste. Unue li devas trovi vojon, padon, lokon kaj trinkakvon.

Li kaŝigas la sakon sub la boaton. Je kio ajn povos okazi. Nur la tranĉilon kaj ŝnuron li devas kunporti. Ili povas esti utilaj. Li denove malfermas la sakon, prenas la tranĉilon kaj la ŝnuron, rekunfaldas la buŝon de la sako, kaj puŝas ĝin sub la boaton. Lia tranĉilo havas ringon. Ĝin enŝnurigas, kaj surmetas la ŝnuron kiel zonon. Liaj manoj estas liberaj nun. Ekde longa tempo liaj manoj ne estis tiom liberaj…

Estis en ili aŭ kruĉo, aŭ ikonoj, aŭ incesilo, aŭ la manoj, buŝoj kaj lipoj de blinduloj, lamuloj kaj infanoj, aŭ kandeloj, aŭ Biblioj, aŭ rozarioj. Remiloj… sendormaj, senhaltaj remiloj.

Li sin skuas. Ankoraŭ ne estas tempo por dormeti. Li ĉirkaŭrigardas. La rokoj estas krutaj. Li ne povos surgrimpi sur ilin. Sed li devas surgrimpi. Li devas malfermi padon. Li ne povas resti sur la strando. Li devas surgrimpi sur la supron. Sur la supron li nepre devas surgrimpi. Kion ajn li faros, li devas klopodi por tio.

En la supraĵo la ĉielo estas sufiĉe hela. Li iras al sia dekstra flanko. En la maldekstra flanko, sur la roka ŝirmilo super lia boato, ne estas espero. Eĉ se li sukcesos surgrpimi super tiun ŝirmilon, ne estas tenilo post ĝi, por ke li surgrimpu pli supren. En la dekstra… Eble…

Li piediras al la fino de la sabloŝtonoj. La strandon ĉirkaŭvolvas deklivo kiel arko. Tie, kie la sabloŝtonoj denove eniras en la maron…


Bilge Karasu (1930-1995),

estis turka novelisto kaj romanverkisto. Li naskiĝis en Istanbulo. Liaj gepatroj estis de juda origino, kiuj poste konvertis al Islamo. Li studis en la Fakultato de Literaturo, Sekcio de Filozofio en  la Istanbula Universitato. En 1963, li revenis de Eŭropo, kie li studis per Rockefeller-stipendio. En 1964, li komencis labori kiel tradukisto ĉe la Ĝenerala Direkcio de Gazetaro, Dissendado, kaj Turismo kaj en la eksterlanda elsendoservo de Ankara Radio. Li skribis radioteatraĵojn por Ankara Radio. Li laboris kiel preleganto en la Filozofia Sekcio de Hacettepe Universitato ekde la jaro 1974 ĝis sia morto. Li vivis en malgranda apartamento en Ankarao dum jaroj. Li mortis la 14-an de julio 1995 en Hacettepe Universitato Malsanulejo, kie li estis kuracita kontraŭ pankreata kancero.

Esperanto ve diğer yapay diller. İnsanlar neden henüz bunları kullanmaya başlamadı?

Ünlü bilgi ajansı “TASS”ın web sitesinde “Bilim” bölümü altında 21 Şubat’ta üm dünyada kutlanan “Anadil Günü”ne adanmış “Esperanto ve diğer yapay diller” başlıklı bir makale yayınlandı. Neden insanlar bunları ciddi olarak kullanmaya başlamadı? (“Esperanto ve diğer yapay diller. İnsanlar neden henüz bunları kullanmaya başlamadı?”):

https://nauka.tass.ru/nauka/17100957

Makale, bazı dil projelerine genel bir bakış sunuyor ve bunu Esperanto hakkında oldukça kapsamlı ve çok iyimser olmasa da yeterli bir materyalle taçlandırıyor. L. L. Zamenhof ve Esperanto’nun doğuşu, Boulogne Deklarasyonu, Esperanto’yu Milletler Cemiyeti, BM ve UNESCO’da tanıtma çabaları ve hatta yerli Esperantistler hakkında bazı gerçeklerden bahsediliyor.

(Rusçadan çeviri google translate ile yapıldı)

————————

21 ŞUBAT, 16:00

Esperanto ve diğer yapay diller. Neden insanlar onları gerçekten kullanmıyor?

© Mihail Tereşçenko/TASS

21 Şubat’ta UNESCO’nun girişimiyle Uluslararası Anadil Günü kutlanıyor. Bu gün “Dillerin ve çok dilliliğin “katılımı” sağlayabileceğini ve Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinin kimseyi geride bırakmamayı amaçladığını hatırlatıyor.” Ancak 19. ve 20. yüzyıllarda başka bir fikir popüler oldu – “dilsel farklılıkların üstesinden gelmek ve insanları yapay bir dil yardımıyla birleştirmek”. 1950’lerde böyle bir dil olan Esperanto, UNESCO’nun desteğini bile aldı. Ama bu yeterli olmadı.

Bu şekilde modern zamanlarda“evrensel bir dil“ gibi bir şeyler inşa edilmeye çalışıldı. Genel olarak, bunlar kelimenin tam anlamıyla dil değil, yalnızca yazıydı – teoride, bir kişinin hangi dile sahip olursa olsun başkaları ile anlaşılabileği sembol sistemler idi. Onların aracılığıyla konuşmak imkansızdı, ancak gerekli de değildi: eğitimli seçkinler için tasarlanmışlardı – hayatlarında hiç tanışmamış olsalar bile fikir alışverişinde bulunmak isteyen insanlardı.

Diğer durumlarda, düşünülen, halihazırda var olan dillerin yanlışlıklarından, keyfiliğinden ve diğer “kusurlarından” arınmış ideal denilecek bir dil “uluslararası bir dil” yaratmaktı. Bu görevi üstlenenler arasında, esas olarak bir fizikçi olarak tanınan Isaac Newton da vardı. Onun dilindeki kelimeler, ilk harfleri ile belirtilen kategorilerden oluşuyordu: örneğin, S ile başlayan kelimeler aletlerin isimleri, T ile başlayalar hayvanlar vb. Anlam ne kadar spesifik olursa, kelime o kadar uzun olur.

İnsanlar ortak dili 19. yüzyılda düşündüler. Hızlı ulaşım ve yeni iletişim araçları sayesinde insanların yabancılarla iletişimi daha olası hale geldi. Aynı zamanda Avrupa’da kendi dillerine sahip daha fazla ulus devlet ortaya çıktı ve bu da iletişimi zorlaştırdı.

Muhtemelen zamanın en sıra dışı dili, Fransız François Sudre tarafından icat edilen Solresol idi. Solresol’ün başka hiçbir dile benzememesi ve gerçekten tarafsız olması için Sudre, dilin temeline yedi nota koydu. İkinci avantaj basit olmasıydı. Notlar hece görevi görür; birden dörde kadar heceli kelimeler; kelimeler altılı gruplar halinde toplanır (örneğin, doredo – “zaman”, doremi – “gün”, dorefa – “hafta” vb.); ters sıradaki heceler bir zıtlık verir (örneğin, misol kelimesi “iyi” ve solmi – “kötü” anlamına gelir). Solresol’de toplamda 2.660 kelime vardır: 7 tanesi – tek heceden, 49 tanesi – iki heceden, 336 tanesi – üç heceden, ve 2.268 kelime de – dört heceden.

Solresol dilinde farklı şekillerde yazı yazılır: notaların tam adlarıyla veya yalnızca ilk harfleri ile, üç çizgilik bir çıta üzerinde, sayılarla, ve özel karakterler kullanarak. Solresol’de jestlerle, gökkuşağı renkleri ile veya tabii ki müzikle hem konuşabilir hem de kendinizi ifade edebilirsiniz. Bu sayede dil sıradan insanlara olduğu kadar, sağırlar, körler ve dilsizler için de uygundur. Tek sorun, kelimelerin gruplandığı yüzlerce sınıfı ve alt sınıfı nasıl hatırlayacağımızdır. Zaman, çoğu insan için bu zorluğun aşılmaz olduğunu gösterdi – solresol, kendisinden önce geliştirilen diller gibi hiçbir zaman kullanıma giremedi.

Herkes için diller

Aslında herkes tarafından kullanılan ilk yapay dil Volapuk idi. 19. yüzyılın sonunda, insanlığı birleştirmeyi hayal eden Alman rahip Johann Martin Schleyer tarafından yaratıldı. Volapuk çevresinde uluslararası bir sosyal hareket gelişti, ancak birkaç yıl sonra dili basitleştirme sorunları ortaya çıktı ve dili kullananlar bölündü ve ardından dil çürümeye başladı. Ancak, günümüzde hala meraklıları var.

En ünlü yapay dil olan Esperanto, Volapuk ile neredeyse aynı anda ortaya çıktı. Dil, adını yazarın göz doktoru Ludwik Lazar Zamenhof’un takma adından almıştır: Zamenhof dili tanıtan ilk kitabını “Doktoro Esperanto” – Umudu olan/Uman Doktor olarak imzaladmıştı.

Zamenhof, o zamanlar Rus İmparatorluğu’na ait olan Bialystok kasabasında doğan Polonyalı bir Yahudiydi. Filolog Esther Shor, “Bridge of Words: Esperanto and the Dream of a Universal Language” adlı kitabında Polonyalıların, Rusların ve Almanların Bialystok’ta yaşadığını belirtiyor. Birbirlerini sevmiyorlardı ama özellikle de Yahudileri sevmiyorlardı. 1881-1884’te Çar II. Aleksandr’ın öldürülmesinden sonra, bir pogrom dalgası imparatorluğun güney-batısını kasıp kavurdu ve Bialystok, Siyonizm’in merkezlerinden biri haline geldi. Bütün bunlar genç Zamenhof’un samanında oldu.

Zamenhof, 1878’de yeni dil üzerinde çalışmaya başladı. O zamanlar, etrafındaki birçok kişi gibi, Yahudi halkını Filistin’e yerleştirme fikriyle ilgilenmeye başladı, ancak kısa süre sonra bu konuda hayal kırıklığına uğradı ve dil projesini yeniden ele aldı. Kendisinden önceki Schleyer gibi, Zamenhof da insanlığı birleştirmek istiyordu.

1887’de Zamenhof’un Esperanto’nun gramerini özetlediği, yaklaşık 900 kelime kökü listelediği, telaffuzu açıkladığı ve ayrıca bu dile kendisi çevirdiği birkaç metni içeren “Unua Libro”yu (İlk Kitap) yayınladı. Yazı için Latin alfabesini seçimişti. Köklerin çoğu Romans (Latin kökenli dillerden) dillerinden alınmıştı, gene de Esperanto’nun telaffuzu daha çok Slavcaya benziyordu. Ön ekler ve son ekler yardımıyla yeni kelimeler elde edilebiliyordu – planlandığı gibi, dile hakim olmak diğer yapay dillerden çok daha kolaydı, çünkü kelime oluşturma kurallarını hatırlamak zor değildi (Zamenhof, Esperanto’nun birkaç gün içinde öğrenilebileceğini iddia ediyordu).

Zamenhof’un çalışması ilgiyle karşılandı. “Unua Libro“ Rusça dilinde yayınlanmasından kısa bir süre sonra diğer dillere çevrildi. 1900’lerde Esperantistler yıllık kongreler (Universala Kongreso) düzenlemeye başladılar ve 1908’de Uluslararası Esperanto Birliği (bugünkü UEA) kuruldu. Bu dilin meraklılarına “Esperanto“nun gerçekten de uluslararası bir dil haline geleceği gibi göründü. Doğru, Zamenhof’un orijinal fikri çoktan arka planda kaybolmuştu.

Esperantistlerin başarısızlığı

Zamenhof için Esperanto sadece bir dil değil, ahlaki bir idealin vücut bulmuş haliydi: Tüm insanların kardeş olduğuna ve Esperanto’nun evrensel uzlaşmaya katkıda bulunacağına inanıyordu. 1905’teki ilk uluslararası kongrede (20 ülkeden 688 delege katılmıştı), Esperanto’nun “tarafsız” bir dil olduğunu belirten bir bildiriyi onaylandı. Esther Shor’un “The Bridge of Words” kitabında yazdığı gibi, Zamenhof metne, bireysel Esperantistlerin bu dille ilişkilendirdiği düşüncelerin, bu insanların kişisel meselesi olduğu sözlerini ekletti. Bununla birlikte, Esperanto’nun farklılıkların üstesinden gelmedeki öneminden de bahsetti.

Uluslararası Esperanto Derneği, dilin tanıtımını üstlendi. 1920’lerin başlarında, İngiliz hukukçu ve politikacı Robert Cecil liderliğindeki bir grup, Milletler Cemiyeti’nin (Birleşmiş Milletlerin önceki adı) yerel dile ek olarak Esperanto’nun d devlet okullarında öğretilmesi gerektiğini öne sürdü. Buna, Fransızcanın artık diplomasi dili olamayacağı konusunda paniğe kapılan Fransızlar karşı çıktı. Bir çok kişi, bazı Esperantistlerin pasifist görüşlerinden de hoşlanmadı. Bu nedenle 1922’deki Milletler Cemiyeti toplantısında Esperanto’nun yararlı rolü not edildi, ancak okullarda zorunlu öğretiminden söz edilmedi.

Uluslararası Esperanto Derneği, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yeni bir kampanya başlattı. 1950’de bu kuruluş, BM Genel Sekreteri’ne Esperanto’nun tanıtımı için yardım çağrısında bulunan ve yaklaşık 900 bin kişi ve 400’den fazla STK temsilcisi tarafından imzalanan bir dilekçe gönderdi. Dilekçe değerlendirilmek üzere üye ülkelere gitti, ancak 45 oydan sadece 10’u lehteydi (19 aleyhte ve geri kalanlar da çekimser kaldı). 1954’te bu talebin daha da tartışıldığı UNESCO toplantısında, Esperanto hareketinin başarısından ve değerlerinin UNESCO’nun değerlerine uygunluğundan bahseden ancak zorunlu öğretimden bahsetmeyen bir karar aldı. 1980’lerdeki bir başka girişim de boşa çıktı.

Günümüzde Esperanto unutulmadı: yüz binlerce ile birkaç milyon insan tarafından değişik seviyelerde kullanılıyor, konuşuluyor. Bazıları için bu dil onların ana dili de olmuş olsa bunlar çok az sayıdadır. Zamenhof’un idealleri de unutulmadı. Yarım yüzyıldan fazla bir süredir, dünya çapında üyeleri birbirlerine ücretsiz olarak barınak sağlayan bir Pasporta Servo ağı var. Ancak Esperanto, kendisinden önce ve sonra yaratılan diğer diller gibi gerçekten uluslararası bir dil haline gelemedi.

Muhtemelen iki ana sebep var. İlk olarak, kullanılmayan herhangi bir dilde ustalaşmak zordur. Dili düzgün kullanacak çok fazla bir yer olmadığından, merak dışında neden oturup bu dilin çalışılması gerektiği de net değildir. İkincisi, dünyanın en çok konuşulan dilleri – birbirine yabancı olan kişilerle iletişim kurmaya uygun olanlar – ülkeler ve kültürler sayesinde bu denli sivrildi. Örneğin, İspanya bir zamanlar güçlü bir imparatorluktu – İspanyolca, Güney Amerika’nın her yerinde anlaşılır ve Portekizce konuşulan Brezilya’da bile onunla yolunuzu kaybetmezsiniz. Yapay dillerin ise böyle bir desteği yoktur.

Zamenhof’un rüyası gerçekleşse bile: insanlar artık kimsenin birbirine yabancı olmadığını anlar, bu durumda da Esperanto’ya veya onun gibi bir şeye pek gerek yoktur. Çoğu insanın cebinde bir tercüme cihazı taşır – veya bir telefon. Birkaç yıl içinde, kendinizi açıklamak için bir kulaklık takıp uygulamayı çalıştırmak yeterli olacaktır – prototipleri zaten şimdiden var.

Ancak bu, insanların ortak bir dil bulabileceklerini garanti etmez çünkü bu her zaman işe yaramaz, her kelime net olsa bile.

Marat Kuzayev

Esperanto:Umut Edenlerin Dili

Arkadaşımız Oğuzhan Yılmaz’ın kaleme aldığı “Esperanto: Umut Edenlerin Dili” başlıklı tanıtım yazısına aşağıdaki linkten ulaşabilrsiniz:

https://www.bosayna.com/esperanto-umut-edenlerin-dili/

Göz doktoru icat etti, ana dili gibi konuşan Türkler anlattı! İşte Esperanto’nun sırrı

Fazilet Şenol fazilet.senol@milliyet.com.tr

04.02.2023 – 06:38 | Son Güncellenme: 04.02.2023 – 09:42

https://www.milliyet.com.tr/gundem/goz-doktoru-icat-etti-ana-dili-gibi-konusan-turkler-anlatti-iste-esperantonun-sirri-6894932

#Esperanto #Yapay Dil #Zamenhof

Hangi milletten ve hangi ırktan olduğu fark etmeksizin dünya üzerindeki herkesin konuşabildiği bir dil yaratma fikriyle ortaya çıkan yapay dil Esperanto’yu günümüzde yaklaşık 1,5 milyon kişi konuşuyor. Öyle ki bu dili ana dili gibi kullananlar bile var. Yalnızca 16 kurala sahip ve Türkiye’den pek çok kişinin öğrenip konuştuğu Esperanto’yu, “Türkçeye benzeyen yanları var” diyen Türk esperantistlerden dinledik.

İngiliz yazar J. R. R. Tolkien’in kitabından uyarlanan ‘The Lord of the Rings’ (Yüzüklerin Efendisi) serisinin ilk filmi, vizyona girdiği 2001 yılından günümüze kadar uzanan büyük bir başarıya imza attı. Milenyum çağının henüz başlarında yayınlanan efsanevi seride ise Tolkien’in kurgusal evreninde oluşturduğu Elf’lerin, Ork’ların, Cüceler’in lisanı ve Sauron’un ‘Karanlık Dil’i tüm dikkatleri üzerine çekmişti. Bunu, peşinden ‘Game Of Thrones’ (Taht Oyunları) dizisi için yaratılan Valyrian ve Dothraki dilleri takip etti. Hatta iş öyle bir seviyeye geldi ki binlerce kişi o dilleri öğrenip konuşmayı istedi. Büyük ses getiren yapımlar ve oluşturdukları yapay diller elbette tarihte bir ilk değil. Birçok medeniyete ev sahipliği yapan Osmanlı topraklarında ilk yapay dillerden biri olan ‘Baleybelen’ 16. yüzyıl şairlerinden Muhyî tarafından oluşturulmuştu. Batı’da da yapma dil çalışmalarının en bilinen ve somut ilk örneklerinden Esperanto ise Polonyalı göz doktoru Ludwik Lejzer Zamenhof tarafından 1887 yılında meydana getirildi.

ÖĞRENMESİ ÇOK KOLAY

Öğrenmesi çok kolay olduğu için günümüzde yaklaşık 1,5 milyon insanın konuştuğu bir dil haline gelen Esperanto ‘en yaygın kullanılan yapay dil’ unvanını elinde bulunduruyor. Türkiye’de de Esperanto konuşan ve ilgilenen kişilerin sayısı bir hayli fazla. Öyle ki sosyal medya platformları üzerinden tanışıp çeşitli kongrelere katılarak dili aktif olarak kullananlar da mevcut. Esperanto’yla tanışma hikâyesini, “Dil hem herkese hem de hiç kimseye aitti” diyerek anlatan 23 yaşındaki esperantist Utku Özdemir şu ifadelere yer verdi:

‘HİÇBİR KÜLTÜRE AİT OLMAYAN HÜMANİST BİR DİL’

Online dil eğitim uygulamalarından Esperanto’yu öğrenmeye başladığını dile getiren Özdemir, Avrupa’daki, Amerika’daki, Asya’daki esperantistlerle de tanışıp böylece sosyal çevre edindiğini belirtti. Esperanto’yu düzenli ve aktif olarak kullandığını hatta derin politik ve felsefi mevzuları Esperanto’yla anlatabildiğini de ekledi. Utku Özdemir hiçbir kültüre ait olmayan dilin tüm dünya tarafından kabul edilmemesinin nedenini ise şöyle aktardı:

Esperanto bayrağı

‘TÜRKÇEYE BENZER YANLARI VAR’

Dilin gramerinin de oldukça basit olduğunu dile getiren Utku Özdemir, “Türkçede olduğu gibi ön ekler ve son eklerle kelime türetiliyor. Kelime türetme opsiyonu ezberlemeniz gereken kelime sayısını ciddi düzeyde azaltmış oluyor. Örneğin, ‘mal-‘ ön eki zıtlık eki. ‘Bona’ iyi demekse ‘Malbona’ kötü demek. Ya da ‘malsanulejo’ örneğini verebiliriz: ‘Sana’ sağlıklı, ‘malsana’ hasta, ‘malsanulo’ hasta olan kişi, ‘malsanulejo’ hasta olan kişinin bulunduğu yer yani hastane demek. Yapboz yapar gibi kendi kelimelerinizi oluşturmanız bile mümkün” dedi.

Bir diğer avantajının Türkçe gibi tamamen tek harf, tek ses prensipine sahip (fonetik) bir dil olması olduğuna dikkat çeken Özdemir, bu sebeple Esperanto öğrenmenin Almanca ya da İngilizce öğrenmeye nazaran çok daha kolay olduğunu söyledi. Utku Özdemir, “Önce Esperanto öğrenip üstüne Avrupa dillerini öğrenmeye başladığınızda daha hızlı öğrendiğinize dair bilimsel çalışmalar da mevcut” ifadelerini kullandı.

‘ÖĞRETİMİ NEREDEYSE TEŞVİK EDİLECEKTİ’

Yalnızca ilk kez biriyle konuşurken zorlandığını ancak zaman geçtikçe dile alıştığını dile getiren Utku Özdemir, Esperanto’nun tarihteki ve günümüzdeki durumuyla ilgili görüşlerini de şu şekilde paylaştı:

Esperanto’yu konuşup kongrelerine katılan ailelerin çocuklarının, bu dili ana dili gibi kullandıklarına dikkat çeken Özdemir, “Dilin ve kültürün kendisi nötr yani barışçılık, insan sevgisi dışında ortak bir ideoloji söz konusu değil. Herkes dilediği zaman topluluktan çıkmakta özgür” diye konuştu.

‘OSMANLIDA DA KONUŞULDU’

Dünyanın her yerinde bu dili konuşan başka esperantistler bulup kongrelere katılabilineceğini söyleyen esperantist Vasil Kadifeli de, “Esperanto edebiyatında binlerce çeviri ve özgün eser yanında İzlanda destanları veya Çinli yazar Lusin’in hikayeleri, hatta çizgi romanlar gibi az bilinen dillerden çeviriler bile bulunur. Doğrudan Esperanto dilinde yazan yazarlar da var. Esperanto, dünyada kültür alışverişinin dilidir” dedi.

Türkiye’de Esperanto’nun ilk defa Osmanlı döneminde Selanik’te Michel A. Arama, İstanbul’da S. Kedami, Aydın’da Mehmed Cevdet Bey, Giresun’da A. Khatenessian’ın konuştuğu bilgisini de paylaştı. Anakreon Stamatiadis önderliğinde 1920 yılımda İstanbul’da bir Esperanto cemiyeti kurulduğunu ve burada 1921’den 1924’e kadar Esperanto dilinde gazete yayımlandığına dikkat çeken Kadifeli, bu dili öğrenmek isteyenlerin ‘Esperanto Türkiye’ web sitesini ziyaret edebileceğini de aktardı.

26 Temmuz – Esperanto Günü, Dil Adaleti günü

Neden Esperanto Günü?
Bu gün tüm dünya için şimdi neden önemli bir gündür?

Devamı için:

https://bit.ly/26Temmuz-Esperanto-Gunu-Dil-Adaleti-gunu

Ek bilgi için:

https://esperantoturkiye.wordpress.com/

https://www.facebook.com/groups/esperanto.turkiye/

https://lernu.net/

https://esperanto.net/tr/esperanto-uluslararasi-dil/

https://esperanto.net/tr/

http://www.uea.org/

http://www.linguistic-rights.org/

Esperanto nedir? 💚

Esperanto, uluslararası iletişimi kolaylaştırmak için geliştirilmiş, kendini özgürce ifade etmenin kolay olduğu bir dildir.

Yazısı fonetik olduğu için telaffuz sorunu olmayan bir dildir.

Diğer dilleri biliyorsanız, birçok kelimeyi kolayca tanıyabilirsiniz. Ayrıca ustaca bir kelime türetme sistemi sayesinde bildiğiniz kelimelerden yeni kelimeler yaratıp kullanabilirsiniz. Yani kelime dağarcığınızı zenginleştirmek için çok şey öğrenmenize gerek yoktur.

Esperanto, tüm dillerin ve kültürlerin eşit değere sahip olduğu ve dünyadaki sürdürülebilir kalkınma için birçok farklı kültürün gerekli olduğu ilkesine dayanan bir dildir.

Herkesin ulaşabileceği ve kimseye ayrıcalık tanımayan bir dildir.

World Icon Png #119273 - Free Icons Library

Esperanto, dünyanın her yerinde her sınıftan insanla bağlantı kurabileceğiniz bir dildir. Birçok farklı ülkede seyahat edebilir ve uluslararası kongrelere katılabilirsiniz. Tiyatro ve sinema gösterilerine katılabileceğiniz, müzik dinleyip şarkı söyleyebileceğiniz kongreler. Ayrıca yerel kültürlerle tanışmak için konferanslar izlemek ve geziler yapmak için ideal bir dildir.

Esperanto edebiyatında binlerce çeviri ve özgün eser yanında, İzlanda destanları veya Çinli yazar Lusin’in hikayeleri ve hatta çizgi romanlar gibi az bilinen dillerden çeviriler bile bulunur. Doğrudan Esperanto dilinde yazan yazarlar da vardır.

Esperanto, dünyada kültür alışverişin dilidir.

Merak ediyorsanız? Daha fazlasını bilmek istiyorsanız? Dili tanımak ve hatta öğrenmek için:

Turka Stelo dergisi / Revuo Turka Stelo / Turka Stelo magazine

Dergimizin eski sayılarına ait linkler https://turkastelo.wordpress.com/  web sayfasına taşınmıştır. Yandaki linke tıklayıp o web sayfasındaki tablodan ilgili numarayı arzu ettiginiz formatta (pdf, ePub, veya .mobi) indirebilirsiniz. Her çeşit gerekli açıklamalar o sayfada bulunmaktadır…


Ligiloj al la malnovaj numeroj de nia revuo estis movitaj al la retejo https://turkastelo.wordpress.com/ . Klakante sur la ligilo de la retejo vi povas malfermi ĝin kaj el la tabulo de la diversaj numeroj vi povas elŝuti via dezirata formato (pdf, ePub, .mobi). Ĉiuj pliaj eksplikoj troviĝas en tiu retejo…


Links to the old issues of our magazine have been moved to the website https://turkastelo.wordpress.com/. By clicking on the link of the website you can open it and from the table of the various issues you can download your desired format (pdf, ePub, .mobi). All further explanations can be found on this website…


Jarkolekto 2016 (nro.1-12)

turka-stelo-2016-small

Jarkolekto 2017 (nro.13-24)

Turka stelo 2017

Jarkolekto 2018 (nro.25-36)

TS jarkolekto 2018

Jarkolekto 2019 (nro.37-48)


Jarkolekto 2020 (nro.49-60)


Jarkolekto 2021 (nro.61-72)


Jarkolekto 2022 (nro.73-84)


Prelego pri Turka Stelo revuo

En la 3-a de julio 2021 vespere okazis prelego pri Turka Stelo revuo al la londona kaj antverpena Esperanto kluboj. La prezenton faris Vasil Kadifeli. Jen la registraĵo de la prelego:

Esperanto ve Nazım Hikmet

“Tiyatro oyunlarımı bir çok dilde ve ülkede, ve büyük tiyatrolarda dinlemiş durumdayım. Ve bugün ilk olarak bir oyunumu Esperanto dilinde duyuyorum. Kendimi siz amatör oyuncuların arasında olduğum kadar başka hiç bir yerde bu kadar duygusal hissetmemiştim… Esperanto’nun çok müziksel bir dil olduğunu düşünüyorum. Onun bir dünya dili olup olamayacağını bilemiyorum ve bu kısım da beni çok ilgilendirmiyor: bu belki oldukça uzun bir süre sonra gerçekleşebilir. Beni ilgilendiren asıl şey, bu fikir için savaş veren insanların şimdiden var olduğudur. Ebeveynlerin çocuklarına bu dili öğretmelerini tavsiye ediyorum. Eğer daha genç olsaydım ben de öğrenmeye çalışırdım. Bu savaşınızda sizlere başarılar diliyorum.”

Nazım Hikmet (1902-1963)
Ünlü Türk yazar ve şair
Kaynak: “Pri internacia lingvo dum jarcentoj” (yüzyıllar süresince uluslararası dil hakkında), Isaj Drawter, Tel-aviv, 1977, sayfa 103 (1958/5-6 sayılı “Bulteno” sayfa 109-110’dan alıntı)

* Nazım Hikmet anısına 1982 yılında Sovyetler Birliğinde yayınlanan posta pulu