Esperanto ve diğer yapay diller. İnsanlar neden henüz bunları kullanmaya başlamadı?

Ünlü bilgi ajansı “TASS”ın web sitesinde “Bilim” bölümü altında 21 Şubat’ta üm dünyada kutlanan “Anadil Günü”ne adanmış “Esperanto ve diğer yapay diller” başlıklı bir makale yayınlandı. Neden insanlar bunları ciddi olarak kullanmaya başlamadı? (“Esperanto ve diğer yapay diller. İnsanlar neden henüz bunları kullanmaya başlamadı?”):

https://nauka.tass.ru/nauka/17100957

Makale, bazı dil projelerine genel bir bakış sunuyor ve bunu Esperanto hakkında oldukça kapsamlı ve çok iyimser olmasa da yeterli bir materyalle taçlandırıyor. L. L. Zamenhof ve Esperanto’nun doğuşu, Boulogne Deklarasyonu, Esperanto’yu Milletler Cemiyeti, BM ve UNESCO’da tanıtma çabaları ve hatta yerli Esperantistler hakkında bazı gerçeklerden bahsediliyor.

(Rusçadan çeviri google translate ile yapıldı)

————————

21 ŞUBAT, 16:00

Esperanto ve diğer yapay diller. Neden insanlar onları gerçekten kullanmıyor?

© Mihail Tereşçenko/TASS

21 Şubat’ta UNESCO’nun girişimiyle Uluslararası Anadil Günü kutlanıyor. Bu gün “Dillerin ve çok dilliliğin “katılımı” sağlayabileceğini ve Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinin kimseyi geride bırakmamayı amaçladığını hatırlatıyor.” Ancak 19. ve 20. yüzyıllarda başka bir fikir popüler oldu – “dilsel farklılıkların üstesinden gelmek ve insanları yapay bir dil yardımıyla birleştirmek”. 1950’lerde böyle bir dil olan Esperanto, UNESCO’nun desteğini bile aldı. Ama bu yeterli olmadı.

Bu şekilde modern zamanlarda“evrensel bir dil“ gibi bir şeyler inşa edilmeye çalışıldı. Genel olarak, bunlar kelimenin tam anlamıyla dil değil, yalnızca yazıydı – teoride, bir kişinin hangi dile sahip olursa olsun başkaları ile anlaşılabileği sembol sistemler idi. Onların aracılığıyla konuşmak imkansızdı, ancak gerekli de değildi: eğitimli seçkinler için tasarlanmışlardı – hayatlarında hiç tanışmamış olsalar bile fikir alışverişinde bulunmak isteyen insanlardı.

Diğer durumlarda, düşünülen, halihazırda var olan dillerin yanlışlıklarından, keyfiliğinden ve diğer “kusurlarından” arınmış ideal denilecek bir dil “uluslararası bir dil” yaratmaktı. Bu görevi üstlenenler arasında, esas olarak bir fizikçi olarak tanınan Isaac Newton da vardı. Onun dilindeki kelimeler, ilk harfleri ile belirtilen kategorilerden oluşuyordu: örneğin, S ile başlayan kelimeler aletlerin isimleri, T ile başlayalar hayvanlar vb. Anlam ne kadar spesifik olursa, kelime o kadar uzun olur.

İnsanlar ortak dili 19. yüzyılda düşündüler. Hızlı ulaşım ve yeni iletişim araçları sayesinde insanların yabancılarla iletişimi daha olası hale geldi. Aynı zamanda Avrupa’da kendi dillerine sahip daha fazla ulus devlet ortaya çıktı ve bu da iletişimi zorlaştırdı.

Muhtemelen zamanın en sıra dışı dili, Fransız François Sudre tarafından icat edilen Solresol idi. Solresol’ün başka hiçbir dile benzememesi ve gerçekten tarafsız olması için Sudre, dilin temeline yedi nota koydu. İkinci avantaj basit olmasıydı. Notlar hece görevi görür; birden dörde kadar heceli kelimeler; kelimeler altılı gruplar halinde toplanır (örneğin, doredo – “zaman”, doremi – “gün”, dorefa – “hafta” vb.); ters sıradaki heceler bir zıtlık verir (örneğin, misol kelimesi “iyi” ve solmi – “kötü” anlamına gelir). Solresol’de toplamda 2.660 kelime vardır: 7 tanesi – tek heceden, 49 tanesi – iki heceden, 336 tanesi – üç heceden, ve 2.268 kelime de – dört heceden.

Solresol dilinde farklı şekillerde yazı yazılır: notaların tam adlarıyla veya yalnızca ilk harfleri ile, üç çizgilik bir çıta üzerinde, sayılarla, ve özel karakterler kullanarak. Solresol’de jestlerle, gökkuşağı renkleri ile veya tabii ki müzikle hem konuşabilir hem de kendinizi ifade edebilirsiniz. Bu sayede dil sıradan insanlara olduğu kadar, sağırlar, körler ve dilsizler için de uygundur. Tek sorun, kelimelerin gruplandığı yüzlerce sınıfı ve alt sınıfı nasıl hatırlayacağımızdır. Zaman, çoğu insan için bu zorluğun aşılmaz olduğunu gösterdi – solresol, kendisinden önce geliştirilen diller gibi hiçbir zaman kullanıma giremedi.

Herkes için diller

Aslında herkes tarafından kullanılan ilk yapay dil Volapuk idi. 19. yüzyılın sonunda, insanlığı birleştirmeyi hayal eden Alman rahip Johann Martin Schleyer tarafından yaratıldı. Volapuk çevresinde uluslararası bir sosyal hareket gelişti, ancak birkaç yıl sonra dili basitleştirme sorunları ortaya çıktı ve dili kullananlar bölündü ve ardından dil çürümeye başladı. Ancak, günümüzde hala meraklıları var.

En ünlü yapay dil olan Esperanto, Volapuk ile neredeyse aynı anda ortaya çıktı. Dil, adını yazarın göz doktoru Ludwik Lazar Zamenhof’un takma adından almıştır: Zamenhof dili tanıtan ilk kitabını “Doktoro Esperanto” – Umudu olan/Uman Doktor olarak imzaladmıştı.

Zamenhof, o zamanlar Rus İmparatorluğu’na ait olan Bialystok kasabasında doğan Polonyalı bir Yahudiydi. Filolog Esther Shor, “Bridge of Words: Esperanto and the Dream of a Universal Language” adlı kitabında Polonyalıların, Rusların ve Almanların Bialystok’ta yaşadığını belirtiyor. Birbirlerini sevmiyorlardı ama özellikle de Yahudileri sevmiyorlardı. 1881-1884’te Çar II. Aleksandr’ın öldürülmesinden sonra, bir pogrom dalgası imparatorluğun güney-batısını kasıp kavurdu ve Bialystok, Siyonizm’in merkezlerinden biri haline geldi. Bütün bunlar genç Zamenhof’un samanında oldu.

Zamenhof, 1878’de yeni dil üzerinde çalışmaya başladı. O zamanlar, etrafındaki birçok kişi gibi, Yahudi halkını Filistin’e yerleştirme fikriyle ilgilenmeye başladı, ancak kısa süre sonra bu konuda hayal kırıklığına uğradı ve dil projesini yeniden ele aldı. Kendisinden önceki Schleyer gibi, Zamenhof da insanlığı birleştirmek istiyordu.

1887’de Zamenhof’un Esperanto’nun gramerini özetlediği, yaklaşık 900 kelime kökü listelediği, telaffuzu açıkladığı ve ayrıca bu dile kendisi çevirdiği birkaç metni içeren “Unua Libro”yu (İlk Kitap) yayınladı. Yazı için Latin alfabesini seçimişti. Köklerin çoğu Romans (Latin kökenli dillerden) dillerinden alınmıştı, gene de Esperanto’nun telaffuzu daha çok Slavcaya benziyordu. Ön ekler ve son ekler yardımıyla yeni kelimeler elde edilebiliyordu – planlandığı gibi, dile hakim olmak diğer yapay dillerden çok daha kolaydı, çünkü kelime oluşturma kurallarını hatırlamak zor değildi (Zamenhof, Esperanto’nun birkaç gün içinde öğrenilebileceğini iddia ediyordu).

Zamenhof’un çalışması ilgiyle karşılandı. “Unua Libro“ Rusça dilinde yayınlanmasından kısa bir süre sonra diğer dillere çevrildi. 1900’lerde Esperantistler yıllık kongreler (Universala Kongreso) düzenlemeye başladılar ve 1908’de Uluslararası Esperanto Birliği (bugünkü UEA) kuruldu. Bu dilin meraklılarına “Esperanto“nun gerçekten de uluslararası bir dil haline geleceği gibi göründü. Doğru, Zamenhof’un orijinal fikri çoktan arka planda kaybolmuştu.

Esperantistlerin başarısızlığı

Zamenhof için Esperanto sadece bir dil değil, ahlaki bir idealin vücut bulmuş haliydi: Tüm insanların kardeş olduğuna ve Esperanto’nun evrensel uzlaşmaya katkıda bulunacağına inanıyordu. 1905’teki ilk uluslararası kongrede (20 ülkeden 688 delege katılmıştı), Esperanto’nun “tarafsız” bir dil olduğunu belirten bir bildiriyi onaylandı. Esther Shor’un “The Bridge of Words” kitabında yazdığı gibi, Zamenhof metne, bireysel Esperantistlerin bu dille ilişkilendirdiği düşüncelerin, bu insanların kişisel meselesi olduğu sözlerini ekletti. Bununla birlikte, Esperanto’nun farklılıkların üstesinden gelmedeki öneminden de bahsetti.

Uluslararası Esperanto Derneği, dilin tanıtımını üstlendi. 1920’lerin başlarında, İngiliz hukukçu ve politikacı Robert Cecil liderliğindeki bir grup, Milletler Cemiyeti’nin (Birleşmiş Milletlerin önceki adı) yerel dile ek olarak Esperanto’nun d devlet okullarında öğretilmesi gerektiğini öne sürdü. Buna, Fransızcanın artık diplomasi dili olamayacağı konusunda paniğe kapılan Fransızlar karşı çıktı. Bir çok kişi, bazı Esperantistlerin pasifist görüşlerinden de hoşlanmadı. Bu nedenle 1922’deki Milletler Cemiyeti toplantısında Esperanto’nun yararlı rolü not edildi, ancak okullarda zorunlu öğretiminden söz edilmedi.

Uluslararası Esperanto Derneği, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yeni bir kampanya başlattı. 1950’de bu kuruluş, BM Genel Sekreteri’ne Esperanto’nun tanıtımı için yardım çağrısında bulunan ve yaklaşık 900 bin kişi ve 400’den fazla STK temsilcisi tarafından imzalanan bir dilekçe gönderdi. Dilekçe değerlendirilmek üzere üye ülkelere gitti, ancak 45 oydan sadece 10’u lehteydi (19 aleyhte ve geri kalanlar da çekimser kaldı). 1954’te bu talebin daha da tartışıldığı UNESCO toplantısında, Esperanto hareketinin başarısından ve değerlerinin UNESCO’nun değerlerine uygunluğundan bahseden ancak zorunlu öğretimden bahsetmeyen bir karar aldı. 1980’lerdeki bir başka girişim de boşa çıktı.

Günümüzde Esperanto unutulmadı: yüz binlerce ile birkaç milyon insan tarafından değişik seviyelerde kullanılıyor, konuşuluyor. Bazıları için bu dil onların ana dili de olmuş olsa bunlar çok az sayıdadır. Zamenhof’un idealleri de unutulmadı. Yarım yüzyıldan fazla bir süredir, dünya çapında üyeleri birbirlerine ücretsiz olarak barınak sağlayan bir Pasporta Servo ağı var. Ancak Esperanto, kendisinden önce ve sonra yaratılan diğer diller gibi gerçekten uluslararası bir dil haline gelemedi.

Muhtemelen iki ana sebep var. İlk olarak, kullanılmayan herhangi bir dilde ustalaşmak zordur. Dili düzgün kullanacak çok fazla bir yer olmadığından, merak dışında neden oturup bu dilin çalışılması gerektiği de net değildir. İkincisi, dünyanın en çok konuşulan dilleri – birbirine yabancı olan kişilerle iletişim kurmaya uygun olanlar – ülkeler ve kültürler sayesinde bu denli sivrildi. Örneğin, İspanya bir zamanlar güçlü bir imparatorluktu – İspanyolca, Güney Amerika’nın her yerinde anlaşılır ve Portekizce konuşulan Brezilya’da bile onunla yolunuzu kaybetmezsiniz. Yapay dillerin ise böyle bir desteği yoktur.

Zamenhof’un rüyası gerçekleşse bile: insanlar artık kimsenin birbirine yabancı olmadığını anlar, bu durumda da Esperanto’ya veya onun gibi bir şeye pek gerek yoktur. Çoğu insanın cebinde bir tercüme cihazı taşır – veya bir telefon. Birkaç yıl içinde, kendinizi açıklamak için bir kulaklık takıp uygulamayı çalıştırmak yeterli olacaktır – prototipleri zaten şimdiden var.

Ancak bu, insanların ortak bir dil bulabileceklerini garanti etmez çünkü bu her zaman işe yaramaz, her kelime net olsa bile.

Marat Kuzayev